Hür Cennette Ölüm

Gökyüzü, açılmış bir yaranın parlak etleri gibi
kıvrımlarını çıplak gözün önüne serdi.
Tanrılar, unutuşun kayıp çiçeklerini çeşitli renklere boyayarak
yeryüzüne serptiğinde,
ben hala avcumda tuttuğum şarapla
çıplak bir uykunun eşiğini izliyordum.

Tenim, çözülmüş iplerden,
ağır nefeslerden ve gecenin
en karanlık şafağından dökülmüş sessizliklerden dokunmuştur.
Ah, cennet;
altın küleler gibi savrulan bedenlerin
donmuş zafer marşıyla yankılandığı yer!
Burada ölmek,
kusursuz bir sevinci toprağa emanet etmek gibi.

Kadehimi göklere doğru kaldırdım,
bütün tanrıların adlarını,
ölmüş tanrıların unutulmuş dillerinde fısıldadım.
Kimin adı bu gövdeleri böyle yıkar,
kimin sesi,
zamanın iliğini söküp üzerimize
büyük bir sonsuzluk giydirir?

Bütün ilahiler unutulduğunda,
boş bir gökyüzüyle ne yaparsın?
Kim diz çöker ölümün elbisesine,
kim kapanır şehvetin kadehine?
Gövdemi eski duvarlara yasladım,
kaybolan tapınakların serin taşlarında
kanımın yavaş yavaş dünyayı beslediğini hissettim.

Ve şimdi, cennetteyim ve ölüyüm.